Deyimler Listesi
Aç kalmak: Karnını doyuramamak.
Adım (adımını) atmak: Bir işe ilk kez girişmek.
Ağırlık çökmek (basmak): Çok uykusu gelmek.
Ağzı açık kalmak: Şaşırmak.
Ağzı dili kurumak: Susuz kalmak, çok susamak.
Ağzı sulanmak: Yeme, içme isteği artmak.
Ağzına kadar: Boş yer kalmayacak şekilde.
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip yemek istemek.
Aklı almamak: Biri bir şeyi anlayamamak, kavrayamamak.
Aklı bir yerde olmak: Bir işi yaparken başka bir şeyi düşünmek.
Aklına bir şey gelmek: Hatırlamak.
Aklına gelmek: Hatırlamak, anımsamak; bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak.
Aklından geçirmek: Bir işi yapmayı düşünmek.
Aklıyla bin yaşamak: Bir kişiye doğru düşündüğünü belirtmek için kullanılan söz.
Aldırış etmemek: İlgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak; önem vermemek, aldırmamak, umursamamak.
Alın teri dökmek: Çok emek vermek, zahmetli bir iş görmek.
Alt etmek/edilmek: Üstünlük sağlamak, yenmek.
Altında kalmamak: Gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak.
An meselesi: Olması her an mümkün.
Anlata anlata bitirememek: Çok beğenilen bir durumdan sürekli söz etmek.
Ardı arası (arkası) kesilmemek: Aralıksız olarak gelmek.
Ateşi çıkmak (yükselmek): Hasta vücut ısısı olağandan çok artmak.
Ateşi düşmek: Hastanın ateşi geçmek veya azalmak.
Avazı çıktığı kadar: Çok yüksek sesle.
Ayağına gelmek: Zahmet vermeden elde etmek.
Ayakları üstünde durmak: Başkasının yardımına ihtiyaç duymadan sorunları çözebilecek durumda olmak.
Aylak aylak dolaşmak: Bir iş yapmadan boş boş dolaşmak.
Aza tamah etmek: Az ile yetinmemek, çok istemek.
Bağırıp çağırmak: Öfkeyle sesini yükseltmek.
Baş başa kalmak: Biriyle yalnız kalmak, iki kişi bir arada yalnız kalmak.
Başa gelmek: Kötü bir duruma uğramak.
Başı belaya girmek: Sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak.
Başı derde girmek: Sıkıntılı bir duruma düşmek.
Başı sıkışmak: Zor durumda kalmak, bunalmak.
Başına (...) gelmek: Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak.
Başından savmak: Bir istekte bulunanı bahanelerle yanından uzaklaştırmak.
Başının çaresine bakmak: Kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
Beş parasız kalmak: Harcayacak parası olmamak.
Bileğinin gücüyle (hakkıyla, kuvvetiyle, zoruyla):Kendi gücü ve kendi çalışması ile.
Bin pişman olmak: Çok pişman olmak.
Bir bu eksikti: Sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkması üzerine söylenen söz.
Bir çırpıda bitirmek: Hızlı bir şekilde bitirmek.
Bir dediğini iki etmemek: İsteneni bir daha söylenmesine gerek kalmadan yapmak.
Bir deri bir kemik (kalmak): Çok zayıf (olmak).
Bir şey söylemek: Konuşmak, belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
Birinin hoşuna gitmek: Beğenmek.
Boğazını doyurmak: Karnını doyurmak.
Borçlu bulunmak (olmak): Borçlu duruma düşmek.
Boş durmamak: Her zaman bir işle uğraşmak; birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak.
Boşa kürek çekmek: Boşu boşuna uğraşmak.
Boy atmak: Boyu uzamak, boylanmak, gelişmek.
Boy ölçüşmek: Yarışmak.
Boynunu bükmek: Acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak.
Boyun eğmek: İstenileni itiraz etmeden yapmak.
Bozuntuya vermemek: Hoşa gitmeyen bir durumu fark etmemiş gibi davranmak.
Burun buruna gelmek: Beklenmedik bir anda birbirine çok yaklaşmak.
Burun kıvırmak: Önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek.
Büyü bozmak: Yapılmış bir büyüyü etkisiz duruma getirmek.
Büyük söz söylemek: Gerçekleşmemiş bir iş veya durum hakkında kesin konuşarak övünmek.
Buyur etmek: Buyurun diyerek misafiri saygı ile içeri almak.
Buz gibi: Çok soğuk.
Çaba harcamak: Bir işi yapabilmek için elinden geleni yapmak
Can havli ile: Büyük bir korku ile.
Can vermek: Ölmek, hayatını kaybetmek.
Canı sıkılmak: İçi sıkılmak, yapacak bir işi olmadığı için huzursuz olmak
Canı yanmak: Çok acı duymak.
Canına tak demek (etmek): Dayanamaz duruma gelmek, sabrı kalmamak.
Canını bağışlamak: Öldürmemek.
Canını dişine takmak: Bir işi başarmak, tüm zorluklara katlanmak.
Çekip gitmek: Bırakıp gitmek, ayrılmak.
Cesaretini toplamak: Kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atılganlığını bir araya getirmek.
Cezasını çekmek: Yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
Cirit atmak: Bir yerde çokça bulun-mak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak.
Çığlık atmak (koparmak, basmak): Kulak tırmalayıcı korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak.
Çok görmek: Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak.
Dalga geçmek: Eğlenmek, alay etmek.
Davet etmek: Çağırmak.
Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku.
Derin bir nefes almak: Rahatlamak.
Dermanı kesilmek (dermandan kesilmek): Yorgunluktan, halsizlikten gücü azalmak.
Ders almak: Bir olaydan sonuç çıkarmak.
Ders vermek: Öğretmek, yetiştirmek; azarlamak, sert davranmak, sert bir karşılıkla yola getirmek.
Dert yanmak: Derdini sızlanarak anlatmak.
Destan yazmak: Olağanüstü kahramanlık, yararlık veya başarı göstermek.
Dibini boylamak: Sonuna kadar batmak.
Diken diken olmak: Dik duruma gelmek, dikleşmek.
Dikilip durmak (kalmak): Bir yerde kısa bir süre ayak üstünde durmak.
Dikkate almak: Göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, gereğini düşünmek.
Dile getirmek: Belirtmek, anlatmak, açıklamak, ifade etmek.
Dili tutulmak: Sevinç, korku, şaşkınlık vb. sebeplerle birdenbire söz söyleyemez olmak.
Dilini eşek arısı soksun: Hoşa gitmeyen bir şey konuşan kimseye söylenen bir dilenme sözü.
Dimdik durmak: Sağlam olmak, bütün zorluklara rağmen yılmamak.
Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha çok kazanayım derken, eldeki, avuçtakini de kaybetmek.
Diş gıcırdatmak: Öfkelenmek.
Dolanıp durmak: Sürekli aynı yerde gezinmek.
Dolup taşmak: Gereğinden çok olmak, gereğinden çok yer kaplamak; çok kalabalık olmak.
Donup kalmak: Şaşırıp bir süre ne yapacağını, ne diyeceğini bilememek, donakalmak.
Dört bir yan (taraf): Her yan, bütün çevre, her taraf.
Dünyaya gelmek: İnsan, doğmak.
Dünyaya getirmek: Doğurmak.
Düşünceye dalmak: Derin derin düşünmek
Düşünüp (düşünmek) taşınmak: Konuyu bütün yönleriyle inceleyip ona göre davranmak, iyice düşünmek.
Ekip biçmek: Tohumların ekilmesi, büyüdüğünde biçilmesi (tarım yapmak).
Ekmek elden su gölden: Kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinmek.
El çabukluğu ile: Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı.
Elden ele geçmek: Çok sahip değiştirmek.
Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan dönmek.
Elindekini (bir şeyi) esirgememek: Sahip olduk-larını kolaylıkla paylaşmak, eli açık olmak, cömert davranmak.
Elinden (bir şeyi) düşürmemek: Sürekli onunla ilgilenmek.
Elinden bir şey gelmemek: Çaresizlikten veya yeteneksizlikten bir iş yapamamak.
Elinden geleni yapmak: Gücünün yettiği kadarını yapmak.
Elinden gelmek: Yapabilecek durum ve yeterlilikte olmak.
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Hiçbir iş yapmamak.
Elini sürmemek: Beğenmediği, istemediği bir şeye dokunmamak.
Elinin altında olmak: Kolayca ulaşılabilecek yakınlıkta bulunmak.
Elle tutulur, gözle görülür: Çok belirgin, çok açık.
Emanet bırakmak (etmek, vermek): Bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere bir süreliğine bırakmak.
Emek harcamak: Çabalamak.
Emek vermek: Bir işi yapmak için zaman ayırmak, çalışmak.
Eriyip gitmek: Yok olmak.
Eser kalmamak: Hiçbir belirti, iz olmamak.
Fark etmek: Görmek, seçmek, anlamak, sezmek.
Farkına varmak: Gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak.
Farkında olmak: Görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmak, kavranması gereken bir şeye dikkat etmek.
Fayda etmemek: Etkisi olmamak, işe yaramamak, yararlı olmamak.
Fedakârlık yapmak: Bir kişinin iyiliği veya mutluluğu için isteklerimizden vazgeçmek.
Fiyat vermek: İsteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek.
Fırsat bilmek: Bir durumdan belli bir amaçla hemen yararlanmak.
Gece gündüz dememek: Bir işi sürekli olarak, ara vermeksizin yapmak.
Geçinip gitmek: Çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek.
Gelip çatmak (dayanmak): Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak.
Gelip çatmak: Vakti gelmek, gerçekleşme zamanı gelmek.
Gelip geçici olmak: Kısa süreli, önemsiz olmak.
Geri çevirmek: Geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek; kabul etmemek, reddetmek.
Geri dönmek: Geldiği yere geri gitmek.
Gibi gelmek: Öyle olmadığı halde, öyleymiş izleniminde olmak.
Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa bir sürede.
Göz gözü görmemek: Yoğun sis, duman, toz gibi sebeplerle hiçbir şeyin görünmemesi.
Göz kamaştırmak (almak): Kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak.
Göz kamaştırmak: Hayran bırakmak, dikkat çekmek.
Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek veya görünmez olmak, kaybolmak.
Göze almak: Gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek.
Gözleri dolmak: Ağlayacak kadar duygulanmak.
Gözleri parlamak: Gözlerinde sevinç ve isteğin belirmesi.
Gözlerine inanamamak: Hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak.
Gözlerini kaçırmak: Biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek.
Gözü görmez olmak: Artık ona değer vermemek.
Gözü ilişmek: Birdenbire veya istemeden görmek.
Gözü olmak: Bir şeye sahip olmayı istemek.
Gözü olmamak: Tokgözlü olmak.
Gözüne çarpmak: Fark etmek, farkına varmak.
Gözüne ilişmek: Birdenbire, istemeden görmek.
Gözüne kestirmek: Ulaşabileceğini düşünmek, ulaşmak istemek.
Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamak, uykusuz kalmak.
Gözünü alamamak: Bir şeye, bir yere bakmaktayken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek.
Gözünü ayırmamak: Bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak.
Gözünü bir şeye dikmek: Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak.
Gözünü bir şeye dikmek: Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak.
Gözünü para hırsı bürümek: Aşırı derecede paraya sahip olmayı istemek.
Gözüyle görmek: Bir olaya tanık olmak.
Gözyaşına boğulmak: Çok ağlamak.
Gün ağarmak: Sabah olunca havanın aydınlanması.
Gürültü çıkarmak: (etmek, koparmak, yapmak): Rahatsız edici sesler çıkarmak.
Gurur duymak: Gururlanmak, övünmek.
Haber almak: Kendisine bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek.
Haber uçurmak: Gizlice haber göndermek.
Haber vermek: Bildirmek, haber ulaştırmak.
Hak etmek: Bir emek karşılığı hakkı olanı elde etmek, hak kazanmak; bir başarıdan dolayı ödüllendirilmek.
Haklı bulmak: Düşüncesini, davranışını doğru bulmak, yerinde görmek.
Hâli kalmamak: Gücü, takati, eski durumu olmamak.
Hasret gidermek: Uzun zaman sonra görüşmek, özlediği kişiyle zaman geçirmek.
Hatırını sormak: İyi olup olmadığını sormak.
Hava atmak: Herhangi bir üstünlüğünden dolayı şişinmek, caka yapmak.
Havaya uçmak: Havaya doğru dağılmak.
Hayal kırıklığına uğramak: Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden üzüntü duymak.
Hayal kurmak: Gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek.
Hayata bağlamak: Yaşamayı sevdirmek, hayattan kopmamak.
Hayran bırakmak: Hayranlık duygusu uyandırmak, çok beğenilmek.
Hayran etmek (bırakmak): Hayranlık duygusu uyandırmak, çok beğenilmek.
Hayran kalmak (olmak): Çok beğenmek.
Hayretler içinde kalmak (olmak): Şaşırmak.
Her işte bir hayır vardır: Kişi, kötümserliğe kapılmamak için olup biten her işi hayra yormalıdır..
Hesap sormak: Bir konuda açıklama yapmaya zorlamak.
Hevesi kursağında kalmak: İstediğini, imrendiğini elde edememek.
Hevesini kırmak: İsteklerini, düşüncelerini engellemek; zevki kaçmak, hevesi kalmamak.
Hiç değilse (olmazsa): Önemli olmasa bile, başka bir şey olmasa bile; en azından.
Hizmet etmek: İş görmek, çalışmak.
İç çekmek: Üzüntüyle derinden soluk almak.
İç geçirmek: Derin soluk alarak üzüntüsünü belli etmek.
İçi titremek: Çok üşümek.
İçinden çıkmak: Karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek.
İçinden geçirmek: Bir şeyi yapmayı düşünmek.
İçine çekmek: Havayı veya kokuyu beğenerek koklamak.
İçini parçalamak (parça parça etmek): Çok üzülmek, aşırı derecede sıkılıp harap olmak.
İdare etmek: Elimizdeki bir malı tutumlu kullanmak.
İki gözü iki çeşme: Sürekli ağlar durumda.
İleri atılmak (çıkmak): Öne doğru çıkmak.
İlgisini çekmek: İlgisini, dikkatini ve merakını üzerinde toplamak, alaka duymak.
İliğine (iliklerine) kadar: İyice, en son sınırına dek.
İnanılır gibi (şey) değil: Çok şaşırılan, hayret edilen veya hayranlık duyulan bir olayla karşılaşıldığında söylenen bir söz.
İş işten geçmek: Bir işi gerçekleştirme imkânı kalmamış olmak.
İşe koyulmak: İşini yapmaya başlamak.
İşe yaramak: Elverişli olmak.
İşe yaramamak: Bir şey yapmak ya da yaptırmak için ondan yararlanamamak (iş görmemek).
İşi bitmek: İşi sona ermek.
İşin içinde iş var: Bir işin dışarıdan görüldüğü gibi olmaması.
İşleri tıkırında olmak: İşleri yolunda gitmek.
İştahı açılmak: Yemek isteği artmak.
İştahı kabarmak: Yeme isteği çoğalmak.
İştahı olmamak: Yemek yeme isteği duymamak.
İstek duymak: Bir şeye karşı eğilim duymak, arzulamak.
İyi etmek: Uygun, yerinde bir davranışta bulunmak.
İzin vermek: Birini bir işi yapmada özgür bırakmak.
Kahkahayı basmak: Kendini tutamayıp yüksek sesle gülmek.
Kanına işlemek: Bir şeyi aşırı ölçüde benimsemek; büyük ölçüde etkisinde kalmak.
Karanlık basmak (çökmek): Hava kararmak.
Karar vermek: Bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak.
Kargaşa kopmak: Olay çıkarmak, karışıklık çıkarmak.
Karın doyurmak: Geçinmek.
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak.
Karşı karşıya gelmek: Birden karşılaşmak.
Kaşlarını çatmak: Kızdığını, öfkelendiğini yüz ifadesiyle belli etmek.
Kavgaya girişmek (tutuşmak): Kavgaya başlamak.
Kayıplara karışmak: Bulunduğu yerden ayrılıp giderek gittiği yeri bildirmemek, görünmez olmak.
Kazdığı kuyuya kendisi düşmek: Başkası için hazırladığı kötülüğe kendi uğramak.
Kedinin ciğere baktığı gibi bakmak (süzmek veya seyretmek):İmrenerek bakmak.
Kendi ayaklarının üzerinde durmak: Başka kişilere muhtaç olmamak.
Kendi kendine: Başkasına duyurmadan, içinden.
Kendine dert etmek: Bir olaya çok üzülmek.
Kendine gelmek: Ayılmak, durumu düzelmek.
Kendini adamak: Kendini vermek.
Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapma durumuna girmek.
Kendini kaybetmek: Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hâle gelmek.
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecansız kalamamak; kendine hâkim olamamak.
Kendini tutmak: Kendine engel olmak, sabretmek.
Kesik kesik solumak: Hızlı ve sık sık nefes alıp vermek.
Keyfi yerine gelmek: Eskisi gibi mutlu hissetmek.
Keyfine diyecek olmamak: Mutlu ve huzurlu olmak.
Keyif çatmak: Hoş ve eğlenceli vakit geçirmek.
Kıl payı (kalmak): Çok az bir fark kalmak.
Kılığına girmek: Onun gibi giyinmek.
Kıpkırmızı kesilmek: Yüzün herhangi bir nedenle çok kızarması.
Kıs kıs gülmek: Sessiz ve alaylı gülmek.
Kıyamet kopmak: Bir yerde çok gürültü ve telaş olmak.
Kolları sıvamak: Bir işi yapmaya hazırlanmak.
Korktuğu başına gelmek: Düşünülen tehlikeli durumun gerçekleşmesi.
Kucak açmak: Korumak; sığınacak yer vermek.
Küçük düşmek: Değeri veya onuru sarsılmak.
Kulak misafiri olmak: Yanında konuşulanları konuşmaya katılmadan dinlemek.
Kurda kuşa yem olmak: Kendini koruyamamak.
Kusura bakmamak: Hoş görmek, kötü düşünmemek.
Laf atmak: Birbirlerine tartışırken söz söylemek.
Laf yok: Çok güzel, kusursuz.
Lapa lapa (yağmak): Büyük taneler biçiminde.
Mâl olmak: Bir şeye bir değer karşılığında sahip olmak; bir iş, bir davranış sonucu zarara uğramak.
Medet ummak (beklemek): Yardım beklemek.
Meydan okumak: Korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirerek, kavga veya yarışmaya çağırmak.
Mideye indirmek: Beğenilen bir yemeği iştahla yemek.
Milim oynamamak: Hiç kıpırdamamak.
Mışıl mışıl uyumak: Rahat, sessiz ve derin nefes alarak uyumak.
Mümkün olmak: Gerçekleşme imkânı olmak.
Nefes almak: Havayı ciğerlerine çekmek, soluk almak; dinlenmek; ferahlamak, rahatlamak.
Nefes nefese kalmak: Nefes alamayacak gibi olmak, sık sık nefes almak.
Nefesi kesilmek: Sık sık nefes almak, zor nefes alacak duruma gelmek.
Olan biten: Meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum veya oluşan her şey.
Olmayacak duaya amin demek: Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak.
Olup (olan) biten: Meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum.
Öneride bulunmak: Teklif etmek.
Onuruna yedirememek: Bir kimsenin onur kırıcı olay veya davranışlara kendine duyduğu saygıdan dolayı tepkide bulunması.
Oralı bile olmamak: Önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek.
Örnek olmak: Hayır ve davranış yönünden başkasının kendisine benzemesinde etkili olmak.
Ortadan kaybolmak: Nereye gittiği, nerede olduğu bilinmemek, gözden kaybolmak.
Ortaya çıkmak: Yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek.
Oyun oynamak: Birini aldatmak, kandırmak.
Oyuna getirmek: Birini tuzağa düşürmek, aldat-mak.
Para içinde yüzmek: Çok zengin olmak.
Parmak uçlarına basa basa: Ses çıkarmadan yavaş yavaş yürümek.
Payına düşmek: Bir paylaşmada herkesin hak ettiği kadar alması.
Pes etmek: Yenildiğini kabul etmek.
Rahat etmek: Sıkıntısız durumda olmak, dinlenmek.
Rastlamak: Düşünmediği, beklemediği halde tesadüfen karşılaşmak.
Renk katmak: Neşe, canlılık veya değişiklik kazandırmak.
Rüzgâr gibi: Çok hızlıca, çabucak.
Şekerleme yapmak: Oturduğu yerde hafif bir uykuya dalmak.
Serbest bırakmak: Özgürlüğünü vermek.
Şeref vermek: Onurlandırmak.
Servis yapmak: Sofrada yemeği tabaklara dağıtmak.
Sevinci kursağında kalmak: Bir engel sebebiyle hayal kırıklığına uğramak.
Seyre dalmak: Bir şeye kendini vererek bakmak.
Siper etmek: Kendini veya bir şeyi korumak amacıyla bir başka şeyi siper olarak kullanmak.
Sofra donatmak: Sofrayı çok çeşitli ve bol yiyeceklerle hazırlamak.
Son bulmak: Bitmek, tükenmek.
Son bulmak: Bitmek, tükenmek.
Son vermek: Bitirmek, sona erdirmek.
Sona ermek: Son bulmak.
Sonuç vermek: Sonuçlanmak.
Sorumlu tutmak: Sorumlu saymak, mesul olarak görmek.
Söz geçirmek: Dediğini yaptırmak.
Söz konusu olmak: Üzerinde konuşulmak, bahis konusu olmak.
Söz vermek: Bir işi mutlaka yapacağını söylemek.
Söze başlamak: Konuşmaya başlamak, bir konuya girmek.
Sözünden çıkmamak: Birinin sözlerine uyarak davranmak.
Sözünü tutmak: Verdiği sözü yerine getirmek.
Su gibi akmak: Zamanın hızla geçmesi.
Surat asmak: Kaşlarını çatmak, üzüntülü durmak, somurtmak.
Suratından düşen bin parça olmak: Sıkıntılı, üzüntülü, sinirli olmak.
Sürpriz yapmak: Birini beklenmedik, şaşırtan, sevindiren veya üzen bir olayla karşılaştırmak.
Suya düşmek: Gerçekleşme olasılığı kalmamak.
Tadı kaçmak (gitmek): Tatsız bir duruma gelmek.
Tadı tuzu olmamak: Hoşa gitmemek, keyif vermemek.
Tadını çıkarmak: Bir şeyin güzelliğinden veya sağladığı imkânlardan yeterince yararlanmak.
Tanrı misafiri: Tanınmayan, çağrılmadan kendiliğinden gelen konuk.
Tarihe geçmek: Önemli olduğu için unutulmamak.
Tatlı tatlı: İnsanı çeken, rahatlatan, sevindiren.
Tehlike atlatmak: Büyük zarar ve sıkıntılara yol açacak bir olayı savuşturmak.
Telaşa kapılmak: Korkup ne yapacağını şaşırmak.
Tembih etmek: Tehlikeli bir duruma karşı uyarmak.
Ter dökmek: Bir işi yaparken çok yorulmak.
Ters gitmek: İşlerinde veya yaşadıklarında sorun çıkmak, planladığı gibi olmamak.
Tir tir titremek: Çok korkmak.
Tuzak kurmak: Bir şeyi yakalamak için düzenek hazırlamak; birini güç ve tehlikeli bir duruma düşürmek için düzen hazırlamak.
Uçup gitmek: Kaybolmak, yok olmak.
Ucuz atlatmak: Zor veya tehlikeli durumdan az zararla sıyrılmak, kıl payı kurtulmak.
Umudunu kesmek: Bir şeyin artık gerçekleşmeyeceği inancına varmak, ummaz olmak.
Umut uyanmak: Umut doğmak, umut belirmek.
Umut vermek: Bir kimsede umut uyandırmak, bir kimseye güven vermek.
Üstüne çekmek: İlgiyi kendi üzerinde toplamak.
Uyku çekmek: Rahat bir şekilde iyice uyumak.
Uykusu gelmek: Uyuma isteği duymak.
Uykuya dalmak: Uyumaya başlamak.
Üzerine çekmek: Kendi üzerine almak, ilgiyi, dikkati üzerinde toplamak, ilgi odağı olmak.
Üzerine yürümek: Korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak.
Vakit geçirmek: Oyalanmak, uğraşmak, birlikte zaman geçirmek.
Vakti gelmek: Zamanı gelmek, süresi dolmak.
Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek.
Vız gelmek: Önemsiz görünmek, aldırış etmemek.
Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak.
Yanıp yakılmak: Sızlanmak, şikâyet etmek.
Yararı dokunmak: Faydalı olmak.
Yarışa girmek: Rakiplerle yarışmak.
Yaşama sevinci: Halinden, yaşantısından memnun olma.
Yazık olmak: Boş yere zarar vermek.
Yelken açmak: Yola çıkmak için hareket etmek.
Yem olmamak: Birinin tuzağına düşmemek.
Yenik düşmek: Yenilmek, mağlup olmak.
Yerin dibine girmek: Çok utanıp sıkılmak.
Yerinde yeller esmek: Artık bulunmamak, yok olmak.
Yerine getirmek: İstenilen veya gereken işi yapmak.
Yiyip bitirmek: Tüketmek.
Yığılıp kalmak: Düşmek, yıkılmak.
Yoksulluk çekmek: Sürekli yoksul yaşamak.
Yol almak: İlerlemek.
Yol almak: Yolda ilerlemek.
Yol göstermek: Kılavuzluk etmek, yolu bilmeyene anlatmak, tarif etmek; ne yapılacağını, nasıl davranılacağını öğretmek.
Yol gözlemek: Bir şeyin olmasını ummak; bir kimsenin gelmesini beklemek.
Yol kesmek: Yolda gidenlerin önüne çıkıp geçmesine/gitmesine engel olmak.
Yola çıkmak: Bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak yolculuğa başlamak, harekete geçmek.
Yola koyulmak: Gidilecek yere doğru yola çıkmak.
Yola koyulmak: Gidilecek yere doğru yola çıkmak.
Yolu (yolunu) şaşırmak: Yanlış yola sapmak.
Yolun açık olsun: Yolculara söylenen bir iyi dilek sözü.
Yolunu gözlemek (beklemek): Gelmesini beklemek.
Yolunu kesmek: Engel olmak, engellemek.
Yolunu tutmak: Bir yere doğru gitmeye başlamak.
Yorgun düşmek: Çok yorulmak, bitkin duruma gelmek.
Yüreğe işlemek: Çok büyük üzüntü duymak.
Yüreği burkulmak: Çok üzülmek, çok acı duymak.
Yüreği sızlamak: Çok acımak, çok üzülmek.
Yüreğine su serpmek: Bir kimseyi kaygı sebebinin ortadan kalkmasıyla veya yeniden umut verecek bir haberle ferahlatmak.
Yüzüne vurmak (çarpmak): Ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek.
Yüzünü göstermek: Ortaya çıkarmak.
Zaman geçirmek: Vaktini boş yere harcamak.
Zararı dokunmak: Kötülüğe uğratmak.
Zevk almak (duymak): Hoşlanmak, beğenmek.
Ziyafet çekmek (vermek): Konukları yemekli ağırlamak.
Ziyafet vermek: Konukları yemekli ağırlamak.
Ziyaret etmek: Birini görmeye gitmek.
Zorunda kalmak (olmak): Kesinlikle yapması gerekmek, yapmaya mecbur olmak.
Zorunda kalmak: Yapmaya mecbur olmak.
Aç kalmak: Karnını doyuramamak.
Adım (adımını) atmak: Bir işe ilk kez girişmek.
Ağırlık çökmek (basmak): Çok uykusu gelmek.
Ağzı açık kalmak: Şaşırmak.
Ağzı dili kurumak: Susuz kalmak, çok susamak.
Ağzı sulanmak: Yeme, içme isteği artmak.
Ağzına kadar: Boş yer kalmayacak şekilde.
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip yemek istemek.
Aklı almamak: Biri bir şeyi anlayamamak, kavrayamamak.
Aklı bir yerde olmak: Bir işi yaparken başka bir şeyi düşünmek.
Aklına bir şey gelmek: Hatırlamak.
Aklına gelmek: Hatırlamak, anımsamak; bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak.
Aklından geçirmek: Bir işi yapmayı düşünmek.
Aklıyla bin yaşamak: Bir kişiye doğru düşündüğünü belirtmek için kullanılan söz.
Aldırış etmemek: İlgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak; önem vermemek, aldırmamak, umursamamak.
Alın teri dökmek: Çok emek vermek, zahmetli bir iş görmek.
Alt etmek/edilmek: Üstünlük sağlamak, yenmek.
Altında kalmamak: Gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak.
An meselesi: Olması her an mümkün.
Anlata anlata bitirememek: Çok beğenilen bir durumdan sürekli söz etmek.
Ardı arası (arkası) kesilmemek: Aralıksız olarak gelmek.
Ateşi çıkmak (yükselmek): Hasta vücut ısısı olağandan çok artmak.
Ateşi düşmek: Hastanın ateşi geçmek veya azalmak.
Avazı çıktığı kadar: Çok yüksek sesle.
Ayağına gelmek: Zahmet vermeden elde etmek.
Ayakları üstünde durmak: Başkasının yardımına ihtiyaç duymadan sorunları çözebilecek durumda olmak.
Aylak aylak dolaşmak: Bir iş yapmadan boş boş dolaşmak.
Aza tamah etmek: Az ile yetinmemek, çok istemek.
Bağırıp çağırmak: Öfkeyle sesini yükseltmek.
Baş başa kalmak: Biriyle yalnız kalmak, iki kişi bir arada yalnız kalmak.
Başa gelmek: Kötü bir duruma uğramak.
Başı belaya girmek: Sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak.
Başı derde girmek: Sıkıntılı bir duruma düşmek.
Başı sıkışmak: Zor durumda kalmak, bunalmak.
Başına (...) gelmek: Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak.
Başından savmak: Bir istekte bulunanı bahanelerle yanından uzaklaştırmak.
Başının çaresine bakmak: Kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
Beş parasız kalmak: Harcayacak parası olmamak.
Bileğinin gücüyle (hakkıyla, kuvvetiyle, zoruyla):Kendi gücü ve kendi çalışması ile.
Bin pişman olmak: Çok pişman olmak.
Bir bu eksikti: Sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkması üzerine söylenen söz.
Bir çırpıda bitirmek: Hızlı bir şekilde bitirmek.
Bir dediğini iki etmemek: İsteneni bir daha söylenmesine gerek kalmadan yapmak.
Bir deri bir kemik (kalmak): Çok zayıf (olmak).
Bir şey söylemek: Konuşmak, belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
Birinin hoşuna gitmek: Beğenmek.
Boğazını doyurmak: Karnını doyurmak.
Borçlu bulunmak (olmak): Borçlu duruma düşmek.
Boş durmamak: Her zaman bir işle uğraşmak; birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak.
Boşa kürek çekmek: Boşu boşuna uğraşmak.
Boy atmak: Boyu uzamak, boylanmak, gelişmek.
Boy ölçüşmek: Yarışmak.
Boynunu bükmek: Acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak.
Boyun eğmek: İstenileni itiraz etmeden yapmak.
Bozuntuya vermemek: Hoşa gitmeyen bir durumu fark etmemiş gibi davranmak.
Burun buruna gelmek: Beklenmedik bir anda birbirine çok yaklaşmak.
Burun kıvırmak: Önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek.
Büyü bozmak: Yapılmış bir büyüyü etkisiz duruma getirmek.
Büyük söz söylemek: Gerçekleşmemiş bir iş veya durum hakkında kesin konuşarak övünmek.
Buyur etmek: Buyurun diyerek misafiri saygı ile içeri almak.
Buz gibi: Çok soğuk.
Çaba harcamak: Bir işi yapabilmek için elinden geleni yapmak
Can havli ile: Büyük bir korku ile.
Can vermek: Ölmek, hayatını kaybetmek.
Canı sıkılmak: İçi sıkılmak, yapacak bir işi olmadığı için huzursuz olmak
Canı yanmak: Çok acı duymak.
Canına tak demek (etmek): Dayanamaz duruma gelmek, sabrı kalmamak.
Canını bağışlamak: Öldürmemek.
Canını dişine takmak: Bir işi başarmak, tüm zorluklara katlanmak.
Çekip gitmek: Bırakıp gitmek, ayrılmak.
Cesaretini toplamak: Kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atılganlığını bir araya getirmek.
Cezasını çekmek: Yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
Cirit atmak: Bir yerde çokça bulun-mak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak.
Çığlık atmak (koparmak, basmak): Kulak tırmalayıcı korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak.
Çok görmek: Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak.
Dalga geçmek: Eğlenmek, alay etmek.
Davet etmek: Çağırmak.
Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku.
Derin bir nefes almak: Rahatlamak.
Dermanı kesilmek (dermandan kesilmek): Yorgunluktan, halsizlikten gücü azalmak.
Ders almak: Bir olaydan sonuç çıkarmak.
Ders vermek: Öğretmek, yetiştirmek; azarlamak, sert davranmak, sert bir karşılıkla yola getirmek.
Dert yanmak: Derdini sızlanarak anlatmak.
Destan yazmak: Olağanüstü kahramanlık, yararlık veya başarı göstermek.
Dibini boylamak: Sonuna kadar batmak.
Diken diken olmak: Dik duruma gelmek, dikleşmek.
Dikilip durmak (kalmak): Bir yerde kısa bir süre ayak üstünde durmak.
Dikkate almak: Göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, gereğini düşünmek.
Dile getirmek: Belirtmek, anlatmak, açıklamak, ifade etmek.
Dili tutulmak: Sevinç, korku, şaşkınlık vb. sebeplerle birdenbire söz söyleyemez olmak.
Dilini eşek arısı soksun: Hoşa gitmeyen bir şey konuşan kimseye söylenen bir dilenme sözü.
Dimdik durmak: Sağlam olmak, bütün zorluklara rağmen yılmamak.
Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha çok kazanayım derken, eldeki, avuçtakini de kaybetmek.
Diş gıcırdatmak: Öfkelenmek.
Dolanıp durmak: Sürekli aynı yerde gezinmek.
Dolup taşmak: Gereğinden çok olmak, gereğinden çok yer kaplamak; çok kalabalık olmak.
Donup kalmak: Şaşırıp bir süre ne yapacağını, ne diyeceğini bilememek, donakalmak.
Dört bir yan (taraf): Her yan, bütün çevre, her taraf.
Dünyaya gelmek: İnsan, doğmak.
Dünyaya getirmek: Doğurmak.
Düşünceye dalmak: Derin derin düşünmek
Düşünüp (düşünmek) taşınmak: Konuyu bütün yönleriyle inceleyip ona göre davranmak, iyice düşünmek.
Ekip biçmek: Tohumların ekilmesi, büyüdüğünde biçilmesi (tarım yapmak).
Ekmek elden su gölden: Kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinmek.
El çabukluğu ile: Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı.
Elden ele geçmek: Çok sahip değiştirmek.
Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan dönmek.
Elindekini (bir şeyi) esirgememek: Sahip olduk-larını kolaylıkla paylaşmak, eli açık olmak, cömert davranmak.
Elinden (bir şeyi) düşürmemek: Sürekli onunla ilgilenmek.
Elinden bir şey gelmemek: Çaresizlikten veya yeteneksizlikten bir iş yapamamak.
Elinden geleni yapmak: Gücünün yettiği kadarını yapmak.
Elinden gelmek: Yapabilecek durum ve yeterlilikte olmak.
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Hiçbir iş yapmamak.
Elini sürmemek: Beğenmediği, istemediği bir şeye dokunmamak.
Elinin altında olmak: Kolayca ulaşılabilecek yakınlıkta bulunmak.
Elle tutulur, gözle görülür: Çok belirgin, çok açık.
Emanet bırakmak (etmek, vermek): Bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere bir süreliğine bırakmak.
Emek harcamak: Çabalamak.
Emek vermek: Bir işi yapmak için zaman ayırmak, çalışmak.
Eriyip gitmek: Yok olmak.
Eser kalmamak: Hiçbir belirti, iz olmamak.
Fark etmek: Görmek, seçmek, anlamak, sezmek.
Farkına varmak: Gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak.
Farkında olmak: Görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmak, kavranması gereken bir şeye dikkat etmek.
Fayda etmemek: Etkisi olmamak, işe yaramamak, yararlı olmamak.
Fedakârlık yapmak: Bir kişinin iyiliği veya mutluluğu için isteklerimizden vazgeçmek.
Fiyat vermek: İsteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek.
Fırsat bilmek: Bir durumdan belli bir amaçla hemen yararlanmak.
Gece gündüz dememek: Bir işi sürekli olarak, ara vermeksizin yapmak.
Geçinip gitmek: Çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek.
Gelip çatmak (dayanmak): Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak.
Gelip çatmak: Vakti gelmek, gerçekleşme zamanı gelmek.
Gelip geçici olmak: Kısa süreli, önemsiz olmak.
Geri çevirmek: Geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek; kabul etmemek, reddetmek.
Geri dönmek: Geldiği yere geri gitmek.
Gibi gelmek: Öyle olmadığı halde, öyleymiş izleniminde olmak.
Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa bir sürede.
Göz gözü görmemek: Yoğun sis, duman, toz gibi sebeplerle hiçbir şeyin görünmemesi.
Göz kamaştırmak (almak): Kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak.
Göz kamaştırmak: Hayran bırakmak, dikkat çekmek.
Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek veya görünmez olmak, kaybolmak.
Göze almak: Gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek.
Gözleri dolmak: Ağlayacak kadar duygulanmak.
Gözleri parlamak: Gözlerinde sevinç ve isteğin belirmesi.
Gözlerine inanamamak: Hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak.
Gözlerini kaçırmak: Biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek.
Gözü görmez olmak: Artık ona değer vermemek.
Gözü ilişmek: Birdenbire veya istemeden görmek.
Gözü olmak: Bir şeye sahip olmayı istemek.
Gözü olmamak: Tokgözlü olmak.
Gözüne çarpmak: Fark etmek, farkına varmak.
Gözüne ilişmek: Birdenbire, istemeden görmek.
Gözüne kestirmek: Ulaşabileceğini düşünmek, ulaşmak istemek.
Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamak, uykusuz kalmak.
Gözünü alamamak: Bir şeye, bir yere bakmaktayken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek.
Gözünü ayırmamak: Bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak.
Gözünü bir şeye dikmek: Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak.
Gözünü bir şeye dikmek: Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak.
Gözünü para hırsı bürümek: Aşırı derecede paraya sahip olmayı istemek.
Gözüyle görmek: Bir olaya tanık olmak.
Gözyaşına boğulmak: Çok ağlamak.
Gün ağarmak: Sabah olunca havanın aydınlanması.
Gürültü çıkarmak: (etmek, koparmak, yapmak): Rahatsız edici sesler çıkarmak.
Gurur duymak: Gururlanmak, övünmek.
Haber almak: Kendisine bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek.
Haber uçurmak: Gizlice haber göndermek.
Haber vermek: Bildirmek, haber ulaştırmak.
Hak etmek: Bir emek karşılığı hakkı olanı elde etmek, hak kazanmak; bir başarıdan dolayı ödüllendirilmek.
Haklı bulmak: Düşüncesini, davranışını doğru bulmak, yerinde görmek.
Hâli kalmamak: Gücü, takati, eski durumu olmamak.
Hasret gidermek: Uzun zaman sonra görüşmek, özlediği kişiyle zaman geçirmek.
Hatırını sormak: İyi olup olmadığını sormak.
Hava atmak: Herhangi bir üstünlüğünden dolayı şişinmek, caka yapmak.
Havaya uçmak: Havaya doğru dağılmak.
Hayal kırıklığına uğramak: Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden üzüntü duymak.
Hayal kurmak: Gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek.
Hayata bağlamak: Yaşamayı sevdirmek, hayattan kopmamak.
Hayran bırakmak: Hayranlık duygusu uyandırmak, çok beğenilmek.
Hayran etmek (bırakmak): Hayranlık duygusu uyandırmak, çok beğenilmek.
Hayran kalmak (olmak): Çok beğenmek.
Hayretler içinde kalmak (olmak): Şaşırmak.
Her işte bir hayır vardır: Kişi, kötümserliğe kapılmamak için olup biten her işi hayra yormalıdır..
Hesap sormak: Bir konuda açıklama yapmaya zorlamak.
Hevesi kursağında kalmak: İstediğini, imrendiğini elde edememek.
Hevesini kırmak: İsteklerini, düşüncelerini engellemek; zevki kaçmak, hevesi kalmamak.
Hiç değilse (olmazsa): Önemli olmasa bile, başka bir şey olmasa bile; en azından.
Hizmet etmek: İş görmek, çalışmak.
İç çekmek: Üzüntüyle derinden soluk almak.
İç geçirmek: Derin soluk alarak üzüntüsünü belli etmek.
İçi titremek: Çok üşümek.
İçinden çıkmak: Karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek.
İçinden geçirmek: Bir şeyi yapmayı düşünmek.
İçine çekmek: Havayı veya kokuyu beğenerek koklamak.
İçini parçalamak (parça parça etmek): Çok üzülmek, aşırı derecede sıkılıp harap olmak.
İdare etmek: Elimizdeki bir malı tutumlu kullanmak.
İki gözü iki çeşme: Sürekli ağlar durumda.
İleri atılmak (çıkmak): Öne doğru çıkmak.
İlgisini çekmek: İlgisini, dikkatini ve merakını üzerinde toplamak, alaka duymak.
İliğine (iliklerine) kadar: İyice, en son sınırına dek.
İnanılır gibi (şey) değil: Çok şaşırılan, hayret edilen veya hayranlık duyulan bir olayla karşılaşıldığında söylenen bir söz.
İş işten geçmek: Bir işi gerçekleştirme imkânı kalmamış olmak.
İşe koyulmak: İşini yapmaya başlamak.
İşe yaramak: Elverişli olmak.
İşe yaramamak: Bir şey yapmak ya da yaptırmak için ondan yararlanamamak (iş görmemek).
İşi bitmek: İşi sona ermek.
İşin içinde iş var: Bir işin dışarıdan görüldüğü gibi olmaması.
İşleri tıkırında olmak: İşleri yolunda gitmek.
İştahı açılmak: Yemek isteği artmak.
İştahı kabarmak: Yeme isteği çoğalmak.
İştahı olmamak: Yemek yeme isteği duymamak.
İstek duymak: Bir şeye karşı eğilim duymak, arzulamak.
İyi etmek: Uygun, yerinde bir davranışta bulunmak.
İzin vermek: Birini bir işi yapmada özgür bırakmak.
Kahkahayı basmak: Kendini tutamayıp yüksek sesle gülmek.
Kanına işlemek: Bir şeyi aşırı ölçüde benimsemek; büyük ölçüde etkisinde kalmak.
Karanlık basmak (çökmek): Hava kararmak.
Karar vermek: Bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak.
Kargaşa kopmak: Olay çıkarmak, karışıklık çıkarmak.
Karın doyurmak: Geçinmek.
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak.
Karşı karşıya gelmek: Birden karşılaşmak.
Kaşlarını çatmak: Kızdığını, öfkelendiğini yüz ifadesiyle belli etmek.
Kavgaya girişmek (tutuşmak): Kavgaya başlamak.
Kayıplara karışmak: Bulunduğu yerden ayrılıp giderek gittiği yeri bildirmemek, görünmez olmak.
Kazdığı kuyuya kendisi düşmek: Başkası için hazırladığı kötülüğe kendi uğramak.
Kedinin ciğere baktığı gibi bakmak (süzmek veya seyretmek):İmrenerek bakmak.
Kendi ayaklarının üzerinde durmak: Başka kişilere muhtaç olmamak.
Kendi kendine: Başkasına duyurmadan, içinden.
Kendine dert etmek: Bir olaya çok üzülmek.
Kendine gelmek: Ayılmak, durumu düzelmek.
Kendini adamak: Kendini vermek.
Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapma durumuna girmek.
Kendini kaybetmek: Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hâle gelmek.
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecansız kalamamak; kendine hâkim olamamak.
Kendini tutmak: Kendine engel olmak, sabretmek.
Kesik kesik solumak: Hızlı ve sık sık nefes alıp vermek.
Keyfi yerine gelmek: Eskisi gibi mutlu hissetmek.
Keyfine diyecek olmamak: Mutlu ve huzurlu olmak.
Keyif çatmak: Hoş ve eğlenceli vakit geçirmek.
Kıl payı (kalmak): Çok az bir fark kalmak.
Kılığına girmek: Onun gibi giyinmek.
Kıpkırmızı kesilmek: Yüzün herhangi bir nedenle çok kızarması.
Kıs kıs gülmek: Sessiz ve alaylı gülmek.
Kıyamet kopmak: Bir yerde çok gürültü ve telaş olmak.
Kolları sıvamak: Bir işi yapmaya hazırlanmak.
Korktuğu başına gelmek: Düşünülen tehlikeli durumun gerçekleşmesi.
Kucak açmak: Korumak; sığınacak yer vermek.
Küçük düşmek: Değeri veya onuru sarsılmak.
Kulak misafiri olmak: Yanında konuşulanları konuşmaya katılmadan dinlemek.
Kurda kuşa yem olmak: Kendini koruyamamak.
Kusura bakmamak: Hoş görmek, kötü düşünmemek.
Laf atmak: Birbirlerine tartışırken söz söylemek.
Laf yok: Çok güzel, kusursuz.
Lapa lapa (yağmak): Büyük taneler biçiminde.
Mâl olmak: Bir şeye bir değer karşılığında sahip olmak; bir iş, bir davranış sonucu zarara uğramak.
Medet ummak (beklemek): Yardım beklemek.
Meydan okumak: Korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirerek, kavga veya yarışmaya çağırmak.
Mideye indirmek: Beğenilen bir yemeği iştahla yemek.
Milim oynamamak: Hiç kıpırdamamak.
Mışıl mışıl uyumak: Rahat, sessiz ve derin nefes alarak uyumak.
Mümkün olmak: Gerçekleşme imkânı olmak.
Nefes almak: Havayı ciğerlerine çekmek, soluk almak; dinlenmek; ferahlamak, rahatlamak.
Nefes nefese kalmak: Nefes alamayacak gibi olmak, sık sık nefes almak.
Nefesi kesilmek: Sık sık nefes almak, zor nefes alacak duruma gelmek.
Olan biten: Meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum veya oluşan her şey.
Olmayacak duaya amin demek: Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak.
Olup (olan) biten: Meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum.
Öneride bulunmak: Teklif etmek.
Onuruna yedirememek: Bir kimsenin onur kırıcı olay veya davranışlara kendine duyduğu saygıdan dolayı tepkide bulunması.
Oralı bile olmamak: Önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek.
Örnek olmak: Hayır ve davranış yönünden başkasının kendisine benzemesinde etkili olmak.
Ortadan kaybolmak: Nereye gittiği, nerede olduğu bilinmemek, gözden kaybolmak.
Ortaya çıkmak: Yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek.
Oyun oynamak: Birini aldatmak, kandırmak.
Oyuna getirmek: Birini tuzağa düşürmek, aldat-mak.
Para içinde yüzmek: Çok zengin olmak.
Parmak uçlarına basa basa: Ses çıkarmadan yavaş yavaş yürümek.
Payına düşmek: Bir paylaşm
Leave your reply Cancel Reply